CHP İl Başkanından Değerlendirme
16 Nisan’da oylayacağımız anayasa değişikliğinde en çok tartışılan konulardan birisi, “meclis, yetkileri azaltılarak etkisiz ve yetkisiz bir konuma mı itiliyor yoksa güçlendiriliyor mu” noktasıdır. Vatandaşlarımızın konuyu, anayasa değişikliğindeki hüküml
Meclisin yürütmeyi, siyaseten denetleme yetkisi anlamsızlaştırılıyor:
Meclisin bugün için bakanlar kurulu üzerinde siyasi denetim yetkisinin vasıtaları olan güvenoyu, gensoru ve sözlü soru, yapılmak istenen değişiklikle kaldırılıyor. Bakanların ve yürütmenin, meclise siyaseten hesap vermesi yönteminden vazgeçiliyor. Siyasi denetim, 5 yılda bir yapılacak seçimlere indirgeniyor. 5 yıl uzun bir süredir. Türkiye gibi siyasi söylem ve politikaların birkaç ay, hatta birkaç hafta içinde bile değişebildiği bir ülkede yöneticilerin, değişen bu politikalar hakkında meclisi ve dolayısıyla milleti bilgilendirmesi ve hesap vermesi gerekir. Bunun yolu meclisin yaptığı siyasi denetimdir. Ayrıca hesap verebilirlik günümüz demokrasilerinde ve yönetim anlayışında, yöneticilerin keyfine ve inisiyatifine bırakılmış bir lüks değildir. Yetki varsa, siyasi ve hukuki sorumluluk da olmalıdır.
Başkan, başkan yardımcıları ve bakanların suç oluşturabilecek eylemleri nedeniyle Yüce Divan’a sevk edilebilmesinin yolları, o kadar ağır koşullara bağlanmış ki bu yolların sonuç vermesi neredeyse imkansız. Yürütme üyelerinin suç işlediği iddiası ile mecliste bir soruşturma açılabilmesi için meclisin salt çoğunluğunun, yani 301 milletvekilinin bu yöndeki bir teklifi sunması; sonrasında 3/5 oranında, yani 360 milletvekilinin soruşturma açılmasına karar vermesi ve soruşturma sonunda da 2/3 oranında yani 400 milletvekilinin Yüce Divan’a sevk yönünde oy kullanması gerekiyor. Bu yöntem, görev suçları ile görev sırasında işlenen adi suçlar açısından, ayrım yapılmadan, cumhurbaşkanlığı ve bakanlık sona erse dahi uygulanmaya devam edecek. Oysa bu nisaplar, bugünkü anayasamıza göre, soruşturma açılması teklifi için 1/10, yani 55 milletvekili; soruşturma açılmasının kabul edilebilmesi için karar yeter sayısı, yani 139; Yüce Divan’a sevk kararı alınabilmesi içinse salt çoğunluk, yani 276’dır. Karar alma nisaplarının artırılması ile Meclisin siyasi denetim yapması kolaylaştırılmış mıdır, zorlaştırılmış mıdır? Rakamlarla her şey ortada. Bu nisaplar öngörülmüşken yapılacak tartışma da çok anlamlı değil. Dolayısıyla halkımız,16 Nisan’da hesap sorulabilir bir devlet yönetimi olup olmayacağına, siyasetçilerden hesap sorulup sorulamayacağına karar verecek.
Meclisin kanun yapma tekeli elinden alınıyor:
Yürütmenin iş ve işlemlerinin sınırı, kanunlarla belirlenir. Demokrasilerde de kanun yapma tekeli, milli iradenin esas temsilcisi olan millet meclislerindedir. Getirilen düzenleme ile başkana hem de partili başkana, hiçbir kanundan yetki almadan, doğrudan anayasadan aldığı yetkiyle kanun kuvvetinde kararname çıkararak devletin işleyişini ve belirli konuları düzenleme yetkisi veriliyor. Üstelik OHAL dönemlerinde çıkarılacak kararnamelerle temel haklar, kişi hakları, siyasi hak ve ödevlerin hiçbir sınırlama olmadan tek kişi tarafından sınırlandırılabilmesi yetkisi veriliyor. Anayasa değişikliğinde kararnamelerle ilgili olarak bir takım sınırlamalar olduğu ifade ediliyor. Ancak bir şeyin anayasada yazıyor olması, onun olamayacağı anlamına gelmiyor. Örneğin; bugün “fiili durum” diye ifade edilen durum, anayasaya aykırıdır. Ne var ki anayasa, bu aykırılığın yaşanmasını ve fiili durumu engelleyemiyor. Bu noktada, kişilerin anayasaya ve kanunlara saygılı olup olmamaları önem kazanıyor. Kararname konusuna dönersek; bu örnekte olduğu gibi, seçilecek başkanın anayasadaki sınırlamalara aykırı bir kararname çıkararak Resmi Gazete’de yayımlamasına, anayasa dışında bir engel yok. Böyle bir durum vaki olduğunda kararname, Resmi Gazete’de yayımlanmakla yürürlüğe gireceğinden, sonradan bu kararnamenin Anayasa Mahkemesince iptali veya meclisin kanunla bu kararnameyi değiştirmesi durumlarında, Anayasa Mahkemesi kararlarının ve kanunların geriye yürütülemeyeceği kuralı gereğince, başkanın çıkardığı anayasaya aykırı kararname, yürürlükte kaldığı sürece hükmünü doğuracaktır. İptal edilse veya değiştirilse dahi yürürlükte kaldığı dönemde, 1 dakika, 1 saat veya 1 gün dahi olsa, zaman bakımından, kapsamındaki konulara uygulanacak mevzuatın bir parçası olacaktır. Mesela; şu şu kurumların kapatılması, şu şu şahısların mal varlıklarına el konulması veya şu şu işlere izin verilmesi ya da iptal edilmesi şeklinde çıkarılacak kararnameler, o an itibari ile sonuç doğuracaktır. Sakın “o kadar da yapmazlar” demeyin, o yapmaz, bu yapmaz ama biri çıkar yapıverir. O zaman da tek kişinin ağzından çıkanın kanun sayılacağı bir süreci yaşamış oluruz. Dolayısıyla halkımız, 16 Nisan’da tek kişinin ağzından çıkanın kanun sayılıp sayılmayacağına karar verecek.
Meclisi feshetme yetkisiyle milli irade yok sayılıyor:
Zamanında Atatürk’e bile verilmeyen meclisi fesih yetkisi, tek kişinin alacağı kararla milli iradenin tecelligâhı Gazi Meclisin devre dışı bırakılmasına yol açacak, ülkeyi bilinmezliğe sürükleyecek bir yetkidir. Mesela; zor ama, suç işleyen başkan veya yardımcılarından veya bakanlardan birisi hakkında soruşturma açılması için bir konjonktür veya konsensüs oluştu, 301 imza bulundu, soruşturma açılması yönünde teklif Meclis Başkanlığı’na sunuldu. Soruşturmanın açılması için 360 veya Yüce Divan’a sevk için 400 milletvekilinin bulunabileceğinden endişe eden başkan, Meclisin feshine karar verebilecek. Bir başka durumda da başkanın partisinin azınlığa düşmemesi için gösterilen tüm çabalara rağmen, Meclis’te başkanın partisi azınlık durumuna düştüğünde başkan, “ben bu seçimi saymam, bir daha yapacağız” diyerek yine Meclisin feshine karar verebilecek. Başkan tek başına karar verebilecekken, Meclis, seçimlerin yenilenmesine 3/5 çoğunlukla yani 360 milletvekili ile karar verebilecek. Bu yetki dengesiz, başkanlık sistemlerinin doğasına da uymayan bir yetkidir. Bu eleştiriye karşı teklif sahiplerince getirilen savunmada, “gelecek seçimleri düşünecek bir başkan kendisini riske atmaz” deniliyor. Böyle bir sistem sigortası tahayyül edilebilir mi? Koskoca bir ülkenin geleceği, anayasasının ve anayasal düzeninin sigortası ve dahi milli iradenin kaderi, kendisinin bir daha seçilip seçilmeyeceğini düşüneceği varsayılan tek bir siyasetçinin insafına bırakılabilir mi? Böyle bir sigorta öngörülürse, meclisi feshederek sistemi açmaza sürükleyen başkan, konjonktür gereği bir dahaki seçimde aday olmayabilir, uygun konjonktürü bekler ve bir sonraki veya daha sonraki bir seçimde aday olabilir, seçilebilir, yine gelip aynı makama oturabilir. Olan da o gün feshedilen meclise ve yok sayılan milli iradeye olur. Böyle bir risk alınabilir mi? Dolayısıyla halkımız, 16 Nisan’da vatanın kurtarıcısı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e dahi verilmeyen meclisin feshi yetkisinin, bir parti başkanına verilip verilmeyeceğine, Kurtuluş Savaşı'nı örgütleyen, yürüten ve zaferle sonuçlandıran Gazi Meclis'in yok sayılıp sayılmayacağına karar verecek.
Av. İsmail Atakan ÜNVER
CHP Karaman İl Başkanı
HABERE YORUM KAT